
2000 tarihinde 28 Şubat paşalarından birisi ile bir vesile sohbet imkânı bulmuştum. Bana Ak parti hareketini kast ederek, dikkatli olurlarsa en az ülkeyi 10-15 yıl yönetebilirler demişti. Ak parti iktidarı her ne kadar Kore ve Kıbrıs gibi savaşları görmese de Cumhuriyetimizin kurulduğundan bu yana en oldukça zorlu iç ve dış çalkantılar ile muhatap oldu.
Bugün artık Ak partinin metal yorgunluğundan, sosyolojik zemininin kaydığından veya kurumsal demokratik niteliğini kayıp ettiğinden, bundan dolayı doğal siyasi ömrünü tamamladığından bahsediliyor.
Batı demokrasilerinde 100 yıllık geleneği olan liberal veya muhafazakâr partilerden söz edilir. Bizde kısmen Atatürk’ün kurduğu parti olarak kabul edilen şimdilerde fabrika ayarlarına dönüş sinyalleri veren CHP böyle bir geleneğin temsilcisi olmaya aday. Maalesef merkez sağda DP ve AP’nin böyle bir geleneği devam ettirmesine, ne darbeler ne de sosyoloji izin vermedi. 20 yılı yakalayacak Ak parti bu kalıcılığı sağlayabilir mi, kendini yenileme yeteneğine ve tercihine bakarsak zor gözüküyor.
Ak partiden kopan iki ayrı hareketin ortak tezlerini/iddialarını Ak partinin kurucu değerleri/fabrika ayarlarına dönüş iddiaları olarak tanımlayabiliriz.
Baktığımızda bu hareketin ortak değerleri Sayın Davutoğlu kanadı, milli ve manevi (Türk-İslam medeniyeti), Sayın Babacan kanadı ise liberal hukuk, ekonomi ve AB olarak öncelikli tanımlamakta. Bir bakıma Davutoğlu Ak partinin üstü baskılanmaya çalışılan vicdanını, Babacan ise kaybolan hukuk ve başarılı ekonomi yönetimini de bayraktarlığını temsil ediyorum diyor. Ayrıca Ak parti hareketi bu değerleri ilkesel doktrin mi kabul etti veyahut siyasal bir pragmatizmin enstrümanları olarak mı gördü o ayrı bir tartışmanın konusu.
Bugün güncel siyaset, değerler endeksli değil de, hangi lider daha popülist veya daha mağdur üzerine oturmuş gözüküyor. Devlet ve kurumlarımızın, durumlarını görmeden hala belediyelerden siyasi lider devşirme arayışlarımızı sürdürmekteyiz.
Ancak dünya ve Türkiye üzerinden bir kesit aldığımızda, insanlar için artık gerçek İslam veya herhangi bir gerçek ideoloji arayışları artık heyecan vermemektedir. Fakat Türkiye’de % 60 lık seçmen tabanının din ve milliyetçilik hassasiyetli bir sosyolojiye endeksli olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Her ne olursa olsun insanlar sürekli tehdit altında oldukları kaygısı altında yaşadıkları bir güvenlik-gurup kimliği düzenini değil, hukuk ve refahın belirlediği geleceğe güvenle bakabildikleri kişi haklarının öne çıktığı bir düzeni istiyorlar.
Ak parti, muhalefet ve yeni partiler yeni bir Türkiye’yi bu denklemde dengeleyemezlerse, demokrasimizin ciddi riskler altında olduğunu siyasetin matematiği bize göstermekte.